All for Joomla All for Webmasters

Kerim Silivrili

Prof. Kerim Silivrili

 

Kerim Silivrili, 23 Nisan 1921 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Kuvay-ı Milliyeci Hüseyin Kâzım Bey, annesi Behice Hanımdır. Kendisine çocuk yaşlarındayken Yunus Emre ilahilerinin çoğunu öğreten babaannesiyle birlikte ziyaret ettiği müze ve camilerdeki çinileri hayranlıkla izler, sık sık Topkapı Sarayı Çinili Köşk’e götürmesi için babaannesine ısrar edermiş[i]. Şimdiki adı Endüstri Meslek Lisesi olarak bilinen ve Türkiye’de ilk defa açılan Tekstil Okulu’ndan mezun olduktan sonra, 1941 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme Sanatları Bölümü’ne girdi ve 1945 yılında pekiyi dereceyle mezun oldu. Hocaları; İsmail Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay, Halim Özyazıcı, Feyzullah Dayıgil ve Muhsin Demironat’dır. Kerim Silivrili mezun olduğunda Nuri Korman, Tahirzâde Behzat, Muhsin Demironat, Prof. Emin Barın Akademi’de derslere girmekteydiler. Rikkat Kunt ise 1944 yılında Kerim Silivrili’den bir yıl önce mezun olmuştur.

Kerim Silivrili, 1946 yılında Akademi’de İsmail Hakkı Altunbezer ve Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in öğrencisi Neriman Hanım’la evlenir. Kızları Gülderen Hanım, Akademinin Mimarlık Bölümü’nden, Nesteren Hanım ise Resim Bölümü’nden mezun olmuştur.

Kerim Bey, 1949 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme Bölümü Türk Çini Desenleri Atölyesi öğretmenliğine tayin oldu. Akademide birçok idari görev alan Kerim Silivrili, 1982-1988 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevinde bulundu ve 1988 yılında emekli oldu.[ii] Emekli olduktan sonra 2006 yılına kadar Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde Türk Çini Desenleri, Türk Süsleme Desenleri ve tüm anasanat dallarında yüksek lisans ve sanatta yeterlik programlarında tasarım, uygulama ve seminer dersleri verdi.

Kerim Silivrili, 16 Kasım 2007 tarihinde Kadıköy’deki evinde vefat etti ve Sahray-ı Cedîd Mezarlığı’nda, eşi Neriman Hanım’ın yanına defnedildi.

Kerim Silivrili tarafından yapılan ilk tezhiblerde Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer ve sonraki tezhiblerinde Muhsin Demironat etkisi açıkça görülür. Sanatkâr birçok levha, kıt’a ve hilye tezhiblemiştir. Bunların başında Mehmed Aziz Rıfâi Efendi’nin (1872-1934) sülüs-nesih hatlarıyla yazdığı ve Mehmed Kâmil Ülgen tarafından sülüs-nesih hatlarıyla yazılmış Hilye-i Şerîfe’ler gelir.[iii]

[i] Kerim Silivrili’nin kızları Nesteren-Gülderen Silivrili’den naklen.

[ii] Kerim Silivrili’den naklen.

[iii] Hüseyin Gündüz, Faruk Taşkale, Hilye-i Şerîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, İstanbul, 2006, s.60, 287.

Fatih Divanı[i], XX. yüzyıl – Cumhuriyet Dönemi Türk Tezhib Sanatı açısından son derece önemli bir eserdir.

İstanbul’un fethinden 492 yıl sonra, 1945 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Edebiyatı Tarihi Kürsüsü’ne uzun yıllar başkanlık yapmış olan Ord. Prof. İsmail Hikmet Ertaylan, edebiyat alanında olduğu kadar Türk sanatlarına hizmet etmiş bir sanatseverdi. Bir Fatih hayranı olan İsmail Hikmet Ertaylan’ın öncülüğünde, İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü için bir albüm hazırlanmaya başlanır. Bu eser; Bizans’ın ilk Türk imparatoru Fatih Sultan Mehmed’in bugün orijinali İstanbul Fatih’te Millet Kütüphanesi’nde bulunan Ali Emirî Efendi’nin bulduğu Fatih Divanı’ndan seçilmiş 60 kadar şiirden meydana gelmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı’ndaki iki ciltlik Fatih Albümünde ise, yalnız o zamana kadar toplanmış parçalar bulunmaktadır. Divandaki şiirler, Cumhuriyet döneminin en önde gelen hat sanatkârları tarafından, Sultan Mehmet Han zamanında kullanılan yazı çeşitleri ile yazılmıştır. Tezhibler, minyatürler ve eserin cildi Fatih Sultan Mehmed’e sunulmuş eserlerin örneklerinden yararlanılarak yapılmıştır. Bu muhteşem divan, Güzel Sanatlar Akademisi profesör ve mezunlarının derin bir aşk ve sabır ile 1945 yılından 1953 yılına kadar süren çalışmalarının bir eseridir.

Albümün karşılıklı bir ve ikinci sayfalarındaki fihrist ve önsöz Profesör Emin Barın, üç ve dördüncü sayfalarındaki Fatih’in tuğraları ise altınla Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer tarafından yazılmıştır. Beşinci sayfadaki Fatih’in minyatürünü Hüseyin Tahirzâde Behzat, aynı minyatürün etrafında bulunan şemse formundaki tezhibi Rikkat Kunt yapmıştır. Altıncı sayfada bulunan şemse formu içerisindeki Divanın adı (Dîvân-ı Belâgati unvan-ı Hazreti Sultan Fatih Mehmed Han Avnî rahimehullah) altın ile Macid Ayral tarafından yazılmış, etrafındaki tezhib ise Rikkat Kunt tarafından yapılmıştır. Yedi ve sekizinci sayfalarda, Osmanlıca yazılmış sunuş metni İsmail Hikmet Ertaylan imzalıdır. Dokuzuncu sayfa ile altmış altıncı sayfalar arasında her çift sayfaya bir hattat tarafından bir şiir yazılmış ve karşılıklı her çift sayfa aynı şekilde bir müzehhib tarafından tezhiblenmiştir.

Divandaki şiirler; Hacı Kâmil Akdik, Necmeddin Okyay, Mustafa Halim Özyazıcı, Macid Ayral, Nuri Korman, Abdülkadir Yada, Mehmed Bahaeddin, Hamdi, Mahmud Yazır, İbrahim Sâfi, Feyhaman Duran, Şeref Akdik ve Ali Alparslan tarafından farklı yazı çeşitleri ile yazılmıştır. Albümdeki tezhibler başta Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat olmak üzere Feyzullah Dayıgil, Şükran Baykut, Kamuran Soyuak, Selva Altunarut, Ferhunde Orgun, Sıtkı Elçin, Dündar Tahsin Aykutalp, Feyzi Erce ve Serap Türegün tarafından büyük bir özen ve sabırla yapılmıştır. Eserdeki minyatürleri ise Hüseyin Tahirzâde Behzat ve Selim Turan hazırlamıştır. Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinden biri olan 66 sayfalık, 25×40 cm ölçülerindeki bu muhteşem eserin cildi ve cilt kapağını Prof. Emin Barın yapmış olup, eserin cildi ile Emin Barın, 1958 yılında Uluslararası Brüksel Sergisinde kitap cildi birincilik ödülünü ve madalyasını almıştır. Albümdeki cilt kapakları üzerinde bulunan şemse kompozisyon ve uygulama Rikkat Kunt’a aittir.[ii]

Yedi yılda tamamlanan Fatih Divanı’nın takibi ve gerçekleştirilmesi maddî olduğu kadar manevî bakımdan da oldukça ağırdı. Prof. İsmail Hikmet Ertaylan, yılmadan usanmadan yıllarca uğraştı. Yavaş yavaş tamamlanan sayfaların hat ve tezhip ücretlerini ayrı ayrı ödedi. Hattat Hâmid Aytaç bütün ısrarlara rağmen yazamadı. İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü için hazırlanan bu albüm, yıldönümünde çeşitli yerlerde sergilendi ve çok ilgi gördü. İsmail Hikmet Ertaylan’ın ölümüne kadar en büyük emeli bu eseri basılmış görmekti. Almanya’da bastırılmasına teşebbüs etti, ancak döviz bulmakta sıkıntı çekileceği anlaşılınca bundan vazgeçti. Milli Eğitim Bakanlığı, bastırabilmek için eseri uzun yıllar alıkoydu. Bu iş o kadar uzadı ki, bunca emek mahsulü eser bir ara kaybolma tehlikesiyle karşılaştı.[iii]

Tezhib sanatı XIX. yüzyıl sonlarında XVII. yüzyıl’da olduğu gibi bir duraklama dönemine girmiş ve bu durum XX. yüzyıl ilk yarısında da devam etmiştir. Hüsnü Efendi ve müzehhib bir aileden gelmiş olan Bahaeddîn Efendi’nin klasik sanat anlayışına yakın çalışmaları ve Medreset’ül Hattatîn’in açılması tezhibte klasik üsluba doğru bir hareketlenmenin gerçekleşmesine neden olmuştur.

Tuğrakeş, hat üstadı ve ressam İsmail Hakkı Bey’in farklı bir tarz yaratma isteğiyle  oluşturduğu tarz ve anlayış tutulmamış ve Hakkı Bey’in vefatıyla birlikte devam etmemiştir. Bu tarzda; Hakkı Bey’in eserleri ve tezhib derslerine devam etmiş olan tezhib sanatkârları Kerim Silivrili, Sıtkı Elçin, Neriman Silivrili gibi birkaç müzehhibin Hakkı Bey’in çizdiği desenleri uygulamaları sonucu ortaya çıkan az sayıda çalışmayı görebiliriz. Oysaki büyük sanatkâr Hakkı Bey, tezhib sanatına yeterince eğilmiş olsaydı, XX. yüzyıl tezhib sanatını etkileyen bir tarz ortaya çıkabilirdi.

Süheyl Ünver ise klasik tarzları belgeleme ve ihya etme arzusuyla Selçuklu ve Fatih dönemleri ile XVIII. Yüzyıl tarzlarında eserler vermiştir. Bu yaklaşım ve anlayış öğrencileri tarafından da devam ettirilmektedir.

  1. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhib sanatındaki gelişme Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt ile gerçekleşmiştir. Her iki sanatkâr da müze ve kütüphanelerde bulunan klasik eserleri incelemiş ve gözleme dayalı bir şekilde klasik üslupta eserler vermişlerdir. Ancak,Rikkat Kunt ve Muhsin Demironta’ın aldıkları eğitim, hayat tarzları, kişilik ve tezhib anlayışları eserlerine yansımış ve kendilerine has bir tarz geliştirmişlerdir. Muhsin Demironat’ın eserleri daha yoğun ve detaylı; Rikkat Kunt’un eserleri ise sade ve ferahtır. Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat’ın öğrencileri de aynı tarzları devam ettirmektedirler. Ancak bu sanatkârların yolundan giden öğrencileri çalışmalarında kendi anlayış ve arayışları doğrultusunda bazı yenilikleri mutlaka ilave etmektedirler. Bu sanatta kaçınılmaz ve zorunludur. Üstadların eserlerini birebir tekrar etmek, sanatın gelişimini yavaşlatan en önemli nedendir. Müzehhibler için Süheyl Ünver’in öğrenci sanatı hocasından ileriye götürmelisözü bir ilke olmalıdır.[1]
  2. yüzyıl Cumhuriyet döneminde tezhib sanatındaki gelişmelerin merkezi Güzel Sanatlar Akademisiolmuştur ve bu gelenek halen devam etmektedir.

Klasik tezhib eğitiminin yanısıra, “Serbest Tasarım” dersi amacına ulaşmış ve 2000’li yıllardan itibaren klasik özelliklerden yola çıkarak yeni arayışlar içerisinde çalışmalar yapılmaktadir. Bu, sanatın gelişimi için kaçınılmazdır. Aynı kalıpların tekrarı sanatın gelişimini engellediği kadar müzehhibleri de yormaktadır. Son on yıldan itibaren XIII. yüzyıldan günümüze, farklı üslupların bilinçli bir şekilde incelenip bazı öğelerin bir arada ya da geliştirilmiş olarak tasarlanıp uygulanması, farklı çalışmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tezhib sanatında serbest ve özgün tasarımlar; formlar ve renk geçişleri; kağıt renklerinde renk geçişleri ve efektler; doğal ve yapay öğelerin kullanılması; bazen bir konunun işlenmesi gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tarz ya da üslupların prototiplerini oluşturmaları açısından önemlidir. Bu bağlamda sanatkârların motif, desen, kompozisyon, tasarım ilkeleri, renk uyumu, teknolojinin imkânlarını abartıdan uzak yerinde kullanmak ve yazıyla uyum gibi özellikleri göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.

Klasik kurallara ve geçmişe körü körüne bağlanıp geleceğe kapıyı kapatmak sanatın gelişimini engeller ve Süheyl Ünver Hoca’nın öğrenci sanatı hocasından ileriye götürmeliilkesine aykırı bir durum arzeder.

[1] 1983 yılında Süheyl Ünver Hoca’nın doğum günü nedeniyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde düzenlenen toplantı

sırasında bir konuşma esnasında konu içerisinde “hocam keşke sizin yarınız kadar olabilsek” dediğimde, bana

“çok yanlış, sen benim yarım, senin öğrencin senin yarın olmayı düşünürse, sanat geriye gider, yok olur; sen

sanatı benden ileriye; senin öğrencin de senden ileriye götürmeyi düşünecek ki, sanat devam etsin, gelişsin”

demiştir.

[i] Fatih Divanı merhum Şevket Rado’nun oğlu Mehmed Rado koleksiyonunda bulunmaktadır.

[ii] Faruk Taşkale, “Fatih Divanı”, El Sanatları Dergisi, İBB Yay., İstanbul, 2008, s.6.

[iii] Prof. Emin Barın “En Yeni Fatih Dîvanı” Türkiyemiz, Akbank Yay., Haziran 1975, S:16, s.23.